Mehmet YILDIRIM

Mehmet YILDIRIM

Mehmet Yıldırım, 2 Eylül 1980 tarihinde Gaziantep'in Yavuzeli ilçesine bağlı Sarılar köyünde doğdu. İlk ve orta öğrenimini GAP Görme Engelliler ve Sanat Ortaokulu'nda tamamladıktan sonra, lise eğitimini Şehit Şahin Lisesi'nde sürdürdü.

 

1999 yılında Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandı ve 2003 yılında buradan mezun oldu. Eğitimine devam eden Yıldırım, 2004 yılında Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde pedagojik formasyon eğitimi alarak yüksek lisansını tamamladı.

 

Meslek hayatına öğretmen olarak adım atan Mehmet Yıldırım, 2010 yılından itibaren mezun olduğu Şehit Şahin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Eğitim alanındaki çalışmalarının yanı sıra, sivil toplum faaliyetlerinde de aktif bir rol üstlenmiştir. 2023 yılından itibaren Körleri Eğitim ve Kalkındırma Derneği Gaziantep Şubesi Başkanı olarak görev yapmakta olup, görme engellilerin eğitimi ve toplumsal katılımı konusunda önemli çalışmalara imza atmaktadır.

 

Eğitimci kimliği ve sivil toplum alanındaki çalışmalarıyla dikkat çeken Mehmet Yıldırım, hayatını eğitim ve toplumsal gelişime adamış bir isimdir.

Hazan Hüznü

Hazan mevsimi, tabiatın yorgun düşmüş bir gönül gibi sessizliğe büründüğü, renklerin ağır ağır solduğu bir veda vaktidir.

 

Hazan mevsimi, tabiatın yorgun düşmüş bir gönül gibi sessizliğe büründüğü, renklerin ağır ağır solduğu bir veda vaktidir. Sararan yapraklar, dallarından koparken âdeta bir şairin kaleminden süzülen dizeler gibi yere düşer. Bu düşüş, yalnızca bir yaprağın toprağa kavuşması değil, insan ruhunun da derinlerde hissettiği hüznün bir yansımasıdır.

 

Edebiyatımızda hazan, çoğu zaman ayrılığın, vedaların ve sükûtun simgesi olmuştur. Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”sindeki ölüm hüznü, bir bakıma sonbaharın sararmış yapraklarında yankılanır. Ahmet Haşim, “Piyale”de hazanı tasvir ederken, doğayı bir tablo gibi karşımıza çıkarır; hüznü ise rengârenk bir melankoliye dönüştürür. Cenap Şahabettin’in Servet-i Fünun döneminde kaleme aldığı tasvirlerde ise hazan, içe dönük bir yalnızlığın ve ruhun ağır ağır sükûta çekilişinin timsali olur.

 

Mevsimin hüznü yalnızca şairlerin dizelerinde değil, halk edebiyatının manilerinde de gizlidir. “Sonbahar geldi, gönlüm daraldı” diyen sade bir mani, binlerce sözün anlatamadığını birkaç kelimede dile getirir. Çünkü hazan, sadece bir doğa olayı değil, insanın içindeki geçiciliğin, faniliğin ve vedaların hatırlatıcısıdır.

 

Bu hüznün içinde bir güzellik de vardır. Rüzgârın savurduğu her yaprak, hayata dair bir vedanın sessiz tanığıdır. Gökyüzünün griliği, insanın gönlündeki sükûtla birleşir. Bütün bunlar, sanki bir ney ezgisi gibi kulakta yankılanır; hüzün verir, ama aynı zamanda insanı derin bir tefekküre sürükler.

 

Hazan mevsimi, geçmişin hatıralarını gün yüzüne çıkarır. Çocuklukta oynanan bahçelerin boşaldığını, dost meclislerinin dağıldığını, nice gülüşlerin rüzgârla savrulduğunu hatırlatır. İnsan, bu mevsimde hayatın geçiciliğini en derin şekilde idrak eder. Bu yüzden edebiyatımızda hazan, bir taraftan gözyaşını, diğer taraftan da içsel olgunluğu dile getirir.

 

Ve nihayetinde hazan, insana şunu öğretir: Her sararan yaprak, toprağa düşerken yeni bir baharın da müjdesini taşır. Hüznün içindeki bu umut, belki de edebiyatımızın hazana dair en kıymetli mirasıdır.


Mehmet YILDIRIM | 22.09.2025