17/06/2025 Bu Yazı 186 Defa Görüntülendi.
Engellilik, insanlığın en derin sorularından biri olarak yüzyıllardır tartışılmakta olan bir olgudur.
Engellilik, insanlığın en derin sorularından biri olarak yüzyıllardır tartışılmakta olan bir olgudur. Kimi zaman bir kader olarak kabul edilmiş, kimi zaman ilahi bir imtihan yahut bir hikmet olarak değerlendirilmiştir. Bazense insan eliyle meydana gelen ihmal, bilinçsizlik, toplumsal duyarsızlık ya da sistematik eksikliklerin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Bu sorunun cevabı tek bir yerde aranamayacak kadar karmaşık, çok katmanlı ve hassastır. Engellilik, yalnızca bir bireyin yaşadığı fiziksel ya da zihinsel bir yoksunluk değil, aynı zamanda toplumun ona sunduğu ya da sunmadığı imkanlarla da şekillenen toplumsal bir gerçekliktir.
Bir annenin hamilelik döneminde alması gereken tıbbi desteğe ulaşamaması, bir babanın çocuğu için gerekli tedavi sürecini maddi imkansızlıklar yüzünden ertelemesi, bir okulun engelli bir öğrenciyi kabul etmeyi reddetmesi ya da bir fabrikanın iş güvenliği kurallarını göz ardı etmesi bunların her biri engelliliği kaderin ötesinde bir bilinçsizlik ve ihmal zincirinin sonucu olarak değerlendirmemize neden olabilir. Hiçbir çocuk bir başkasının ihmali yüzünden hayata dezavantajlı başlamayı hak etmez. Ancak ne yazık ki gerçekler çoğu zaman idealin çok uzağındadır.
Öte yandan hayatın içinde bazı durumlar vardır ki doğuştan gelen ya da genetik yollarla taşınan hastalıklar bir anlık kazalar ya da açıklanamayan tıbbi durumlar neticesinde insanlar engelli olabilir. Bu gibi durumlar da insan aklının ve çabasının ötesinde kalan alanlarda kader kavramını gündeme taşır. Fakat burada bile sorumluluk duygusunu kaybetmemek gerekir. Zira bir bireyin engelli olarak doğmuş olması onun dış dünyayla ilişkisini hak temelli bir zeminde kurmasını engellememelidir. Engelliliğin bir yazgı olduğuna inansak bile bu yazgının içinde dayanışma eşitlik ve hak mücadelesi ile adaleti büyütmek her bireyin ve toplumun görevidir.
Asıl sorgulanması gereken engelliliğin kendisi değil engelli bireylerin karşılaştığı ayrımcılık dışlanma hor görülme ve yok sayılma olgusudur. Bir insanın yürüyememesi görememesi ya da duyamaması onu eksik ya da değersiz kılmaz. Onu değersiz kılan toplumun ona biçtiği rol yetersiz politikalar erişilemeyen kamu hizmetleri ve bireylerin bilinçsizlikle örülü bakış açılarıdır. Bilinçsizlik engelliliğin kendisinden daha yıkıcıdır çünkü engellilik doğuştan gelebilir ancak önyargı öğrenilmiş bir cehaletin ürünüdür.
Bu nedenle engellilik ne yalnızca bir kaderdir ne yalnızca bir tasarruf ne de tek başına bilinçsizliğin bir sonucudur. Tüm bu kavramlar bir arada düşünülmeli her biri ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Ancak en önemlisi bu sorunun etrafında dönen tartışmaların merkezine insan onurunu koyabilmektir. Çünkü her birey nasıl dünyaya gelirse gelsin yaşamı boyunca eşit haklara ve saygıya layıktır. Engellilik birinin düşüşü değil toplumun nasıl ayağa kaldırdığının göstergesi olmalıdır. Gerçek medeniyet en kırılgan bireyine gösterdiği özenle ölçülür.
Mehmet Yıldırım | 17.06.2025