14/04/2025 Bu Yazı 232 Defa Görüntülendi.
Engelli örgütleri yıllardır hak temelli mücadele yürüttüklerini iddia etseler de, ortaya çıkan tablo, bu iddianın büyük ölçüde içi boş kaldığını gösteriyor.
Engelli örgütleri yıllardır hak temelli mücadele yürüttüklerini iddia etseler de, ortaya çıkan tablo, bu iddianın büyük ölçüde içi boş kaldığını gösteriyor. Sorunun kaynağında yalnızca dış baskılar, devlet politikaları ya da toplumsal önyargılar değil; aynı zamanda bu örgütlerin kendi içindeki ataleti, vizyonsuzluğu ve statükocu yapıları da yatıyor. Hak temelli mücadele, yalnızca dile getirilen birkaç kavramdan ibaret olamaz; bu bir duruş, bir yöntem, bir örgütlenme biçimidir. Ancak ne yazık ki, birçok engelli örgütü bu ilkeyi yalnızca vitrin süsü olarak kullanmakta.
Bugün birçok engelli örgütü, uzun yıllardır aynı yüzler tarafından yönetilmekte, değişime kapalı ve içe kapalı bir yapıyla varlığını sürdürmektedir. Gerçek bir demokratik işleyişten yoksun olan bu yapılar, katılımcılığı değil biat kültürünü beslemekte; liyakate değil sadakate dayalı bir örgüt içi düzen kurmaktadır. Bu durum, örgütlerin hem toplumsal meşruiyetini hem de sahici bir mücadele zemini oluşturma kapasitesini zayıflatmaktadır.
Hak temelli mücadele iddiasında bulunan örgütlerin önemli bir bölümü, hâlâ yardım temelli, merhamet odaklı dil ve uygulamalardan kurtulamamıştır. Kamusal alanda "yardım kampanyaları", "şefkat çağrıları" gibi yöntemlerle seslerini duyurmaya çalışmak, engelli bireyleri pasifleştiren ve toplum nezdinde birer mağdur figürüne indirgeyen yaklaşımlardır. Oysa hak temelli mücadele, özne olmayı, eşit yurttaşlık talebini ve sistemsel dönüşüm arayışını gerektirir. Ancak bu örgütlerin büyük bir kısmı, sistemle gerçek anlamda yüzleşmek yerine, onun sunduğu kırıntılarla yetinmeyi tercih etmektedir.
Bir diğer sorun ise, engelli bireylerin bu örgütler içinde gerçek anlamda temsil edilememesidir. Karar mekanizmaları, çoğu zaman belirli grupların ya da bireylerin tekeline girmiştir. Bu durum, örgüt içindeki çoğulculuğu ve yenilikçiliği boğmakta, sahadaki gerçek taleplerle örgütsel gündem arasındaki bağı koparmaktadır. Örgütlerin bir kısmı ise, kamu fonları ve uluslararası destekler üzerinden varlığını sürdürürken, bu kaynakların yarattığı bağımlılıkla eleştirel söylemlerden uzaklaşmakta, sistemle çatışmak yerine ona entegre olmayı tercih etmektedir.
Geldiğimiz noktada, engelli örgütlerinin büyük bir kısmı toplumsal değişim için itici güç olmaktan çok uzak, yerinde sayan yapılar hâline gelmiştir. Özeleştiri yapmayan, kendini sürekli olarak yeniden üretmeyen, kendi içindeki eşitsizliklerle yüzleşmeyen hiçbir yapı, hak temelli bir mücadelenin taşıyıcısı olamaz. Bu örgütler ya gerçek anlamda dönüşecek ya da hak mücadelesi adına sadece statükoyu yeniden üreten figüranlar olarak kalmaya mahkûm olacaktır.
Değişim, içeriden başlamalıdır. Cesur bir yüzleşme olmadan, sahici bir mücadele verilemez. Artık süslü raporların, temsili panellerin ve vitrinde sergilenen "katılımcı" söylemlerin kimseyi kandırmadığı bir döneme giriyoruz. Gerçek mücadele, önce örgütlerin aynaya bakmasıyla başlar. Ve o aynada görülenin çoğu zaman hiçte parlak olmadığı kabul edilmelidir.
Mehmet YILDIRIM | 14.04.2025