17/12/2024 Bu Yazı 279 Defa Görüntülendi.
Merhaba sevgili okuyucu. Bugün “Dünyada her şeyin çok olduğu bir çağda, nasıl hala yoksunluk hissedebiliyoruz?” diye düşündüm. Marketlerde reyonlar dolup taşıyor, teknoloji dünyası bizleri sürekli daha fazlasına davet ediyor; ama biz ruhumuzda bir eksiklik hissetmeye devam ediyoruz. Fiziksel olarak bolluk çağındayız ama duygusal anlamda köklü bir kıtlık yaşıyoruz.
Merhaba sevgili okuyucu. Bugün “Dünyada her şeyin çok olduğu bir çağda, nasıl hala yoksunluk hissedebiliyoruz?” diye düşündüm. Marketlerde reyonlar dolup taşıyor, teknoloji dünyası bizleri sürekli daha fazlasına davet ediyor; ama biz ruhumuzda bir eksiklik hissetmeye devam ediyoruz. Fiziksel olarak bolluk çağındayız ama duygusal anlamda köklü bir kıtlık yaşıyoruz.
“İhtiyacımızdan fazla olan şeyler neden bizi daha fazla eksiltiyor?”
Bunun cevabı, insan evladının açgözlülüğü ve hırsında gizlidir diye düşünüyorum. Bunun da en yoğun kaynağı “özenmek”tir. Daha fazlasına sahip olma arzusuyla yanarken, farkında olmadan hem kendimizi hem de etrafımızdakileri tüketiyoruz.
Açgözlülük ve hırs köklerimizde bulunan bir mekanizma mıdır? Kesinlikle öyle. Dünyadaki ilk cinayetin nasıl işlendiğini hatırlıyor muyuz? Aslında açgözlülük ve hırs insanlık tarihinin en eski öyküsüdür. Adem’in iki oğlu tanrıya sunu verir. Habil’in sunusu, saf bir niyetle sunulmuşken; Kabil’in sunusu, açgözlülük ve kıskançlıkla kirlenmiştir. Tanrı, Habil’in sunusunu kabul eder fakat Kabil’inkini reddeder. Bu durum, Kabil’i çileden çıkarır ve sonunda kardeşini öldürmesine sebep olur. Kabil’in arzusu sadece tanrı tarafından beğenilmek değil, Habil’i ortadan kaldırarak “daha fazla” olmaktır. Ancak sonunda kaybettikleri, kazandığından çok daha fazladır. Hırsla yoğrulan kalpler, kazanmak için savaşırken, kaybettikleriyle yoksullaşır.
“Neden yetinmiyoruz?”
Evrimsel kökler, toplumsal statü ve başarı baskısı, tatminsizlik hissi… Tarih boyunca hayatta kalmak için daha fazlasını biriktirme ihtiyacımız olmuştur; fakat biraz ucunu kaçırmaya başladık gibi. Evrimsel köklerimiz bu noktada bize kötü bir alışkanlık kazandırmış olsa gerek. İçinde yaşadığımız toplum belki de bu alışkanlık sebebiyle mutluluğu ve değeri tüketim üzerinden tanımlar hale geldi. “Ne kadarın var?” sorusu, “kim oldun?” sorusunun önüne geçti ve açgözlülüğün yarattığı mükemmel illüzyon ile tatminsizlik hislerimiz taleplerimizi esir almaya başladı.
Daha fazla su içtikçe susuzluğun artması gibi, açgözlülük de ruhu kurutan bir yanılsamadır.
Hırs ve Açgözlülüğün Sonuçları: Duygusal ve Fiziksel Kıtlık
Modern insan, aşka, dostluğa, huzura aç. Ancak bu açlığı gidermeye çalışırken sahip olmaya çalışıyor. İlişkilerde sevgi yerine sahiplenme ve tüketme arzusunu besliyor. Empati yerine bireyselleşme ve yalnızlaşma yaratıyor. Hırsla büyütülen hedefler de ruhsal tatminsizliğe yol açıyor. Birbirlerine sahip olma arzusuyla yanan insanlar, bir noktada birbirlerini tüketiyor. Sevgi tüketilir bir şey değildir oysa ki.
Açgözlülük bireylerin ötesinde toplumsal bir kıtlık da yaratıyor. Ekonomik eşitsizlikler, doğal kaynakların tüketilmesi, bolluk içinde yoksulluk gibi sebeplerden ötürü fiziksel bir kıtlık da söz konusu olmakta. Bir tarafta servet birikimiyle zenginleşen bir azınlık, diğer tarafta temel ihtiyaçlarına bile erişemeyen yoksul bir çoğunluk var. Tüketim çılgınlığı dünyamızın doğal dengesini bozuyor ve kıtlık, en büyük afet olarak açıklanıyor. Dünyanın en büyük problemi açgözlülük olmasaydı; en büyük afeti de kıtlık olmazdı.
Ruhsal bolluğa ve faydalı zenginliğe nasıl erişiriz?
Açgözlülüğün yerini şükran duygusu alırsa,
Daha çok şeye sahip olmak yerine “daha derin” bir yaşam arzusu oluşursa,
Hırs yapmak yerine, hedef koymak öğrenilirse, ruhsal bir bolluk ve faydalı bir zenginlik söz konusu olabilir.
Belki de aradığımız bolluk, daha fazlasında değil; sahip olduklarımızı fark etmekte gizlidir. Her şeye sahibiz; ama hiçbir şey değiliz.
Uzm.Psk. Talip SAMİ | 17.12.2024