21/10/2024 Bu Yazı 213 Defa Görüntülendi.
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Dr. Fırat Sarı ve ismi yayınlanan diğer personellerin, bazı özel hastanelerin bebek ölümlerine sebep olan korkunç iş birliği hepimizin vicdanında derin yaralar açtı.
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Dr. Fırat Sarı ve ismi yayınlanan diğer personellerin, bazı özel hastanelerin bebek ölümlerine sebep olan korkunç iş birliği hepimizin vicdanında derin yaralar açtı. Açtı mı? Bu olay sadece sağlık sistemindeki ihmallerin kaybından geçiyor; insanın en temel yapısı, yani vicdanına doğrudan bir saldırıyı gözler önüne seriyor. Peki, bir insan nasıl olur da böylesine vahim bir suça karışır? Belki de cevaplamamız gereken soru bu değildir. Gerçek soru: “Buna müsaade eden bir sistem nasıl var olur?”
Aç gözlülük tatmin olmayan bir canavardır. Psikolojik açıdan doyumsuz bir arzu ve sürekli tatminsizlik hissi yaşatan bir durum olarak değerlendirilir. Bu durum maddi kazanç, güç, statü veya başka türden kaynakları (hegemonya, cinsel dürtüler vs.) kontrol etme isteğiyle kendini gösterir. Aç gözlülük psikolojik bağlamda genel olarak şu unsurlar ile incelenir: “Eksiklik ve yetersizlik hissiyatı, tatminsizlik ve doyumsuzluk, kontrol ihtiyacı ve güç arzusu, empati yoksunluğu ve bencillik, kendilik değeri ve başarı ilişkisi.” Tüm bu başlıklar bu hastane terörünü yaratan personellerin her birinde belki bir kısmı, belki hepsi, belki de sadece birinin varlığıyla kendini göstermiş olsa gerek. Bireyin hem kendisine hem de çevresine zarar veren bu yıkıcı süreçlerin sonu görüldüğü gibidir.
Toplumsal vicdanımızın köreldiği ve bireysel kazançların daha ulaşılmak istenen noktada olması da maalesef bu hususta vicdanın sessizleşmesine sebep olmakta. Oysa bir karınca kadar olamadık. Biz yemeği yiyip sofrada kalanların yemesi için onların ihtiyacı kadar bırakmayı empati sanıyoruz; fakat karıncaların empatisi yemeklerini onlar için uzunca bir yol taşıdıktan sonra ihtiyaç sahibi olan diğer karıncalara götürerek paylaşmasıyla gerçekleşen bir süreç. “Ben olsam şöyle yapardım” demek yerine “Ben o olsaydım, bana şu yapılsın isterdim” diyerek diğeri olabilmeyi başaramıyoruz. Bu da bize “vicdan nasıl sessizleşir?” sorusunu sorduruyor.
Vicdanın sessizleşmesinin psikolojik mekanizmalarını açıklayacak olursak; vicdan, kişinin doğru ve yanlış arasındaki farkı ayırmasına yardımcı olan dahili bir mekanizmadır. İnsani dağılımların bu iç sesleri, etik değerleri ve toplumsal normlar ile şekillenir. Ancak bazı aşırılıklar, özellikle açgözlülük gibi yıkıcı büyümelerin etkisi altında, vicdanın sesi giderek zayıflar ve sessizleşir. Kendini haklı çıkarma, desensitizasyon (duyarsızlaşma), empati yoksunluğu ve duygusal mesafe, sosyal onay ve normlara uyum, içsel çelişkilerin bastırılması sonucunda oluşan şey ise vicdanın gölgesinde kalan insanlığın nasıl oluştuğunu gösteriyor.
Toplumun suçlardaki rolünü esirgememeliyiz. Aslında kolektif sorumluluğun psikolojisi ile açıklanması gereken bu durum, bu gibi vakalarda her zaman söylediğimiz gibi ruhsal problemlerle açıklanamaz. Bireysel suçlar kişinin genellikle kendi eylemleriyle sınırlı gibi görünse de birçok durumda bu eylemler toplumsal yapıların, normların ve kültürel dinamiklerin etkisi altında şekillenir. Suç sonuçlarının ortaya çıkmasında toplum dışı rolde, kişilerin etik faaliyetlerini gerçekleştirme veya sürdürme olasılıklarını doğrudan etkiler. Dünyadaki suçlardaki rol sıralamasındaki işlem unsurları şu şekilde açıklanabilir: “normalleştirme ve uyum, sistematik yetersizlikler ve denetimsizlik, statü ve güç ilişkileri, korku kültürü ve sessizlik, empati yoksunluğu, eğitim ve toplumsal bilinç eksikliği.”
Tüm bu unsurlar incelendiğinde görmüş oluyoruz ki bu vicdan yoksunu bebek katillerine fırsat tanıyan bir toplumsal düzenin parçasıyız aslında. Şiddeti ve suçu normalleştirip uyum sağlayan, denetimsizlikler sebebiyle bu suçların oluşmasına fırsat tanıyan, statü ve güçle hayatta kalabilmeye çalışan, bir savcıyı bile tehdit edebilecek potansiyele sahip bireylerin varlığına karşı korku geliştirip sessiz kalmayı tercih eden bir adalet sistemine güvenmek zorunda kalınan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeyi uygun gören ve de bunlarla birlikte toplumsal bilinci kaybeden, eğitim süreçlerinde yetersiz bir potansiyel yoksunluk yaşayan bir halkın efradı olduk. Bu yüzden hepimiz suçluyuz. Kendi sesimizi bulmakta güçlük çekiyoruz.
Tüm bu saydığımız unsurlar varlığını sürdürdüğü sürece açgözlülükten arınmış bir vicdan sizce mümkün mü? Bu hepimizin, her zaman kendimize sormamız gereken bir soru. Vicdanın yolu bu şekilde bulunur. Yani değişim dediğimiz şey, bekleyerek olabilecek bir süreç değil. Değişmeden, değişilmez.
Peki olası çözümler nelerdir? Belki her hastaneye vicdanlı teftiş kurulları atamak. Peki vicdanı nasıl yordayacağız? Kime güveneceğiz? Yani sevgili okur, içinden çıkılması gereken çok konu var. Altyapıyı çözmek gerekir ki yetişkinlikte daha vicdanlı karıncalara dönüşebilelim. Kirli balkonumuzun üstüne bu hafta da vicdanımızdan yoksun bir şekilde bebeklerin ölümünü izleyerek ve sindirerek kirletmiş olduk. Yine diliyoruz ki empati kavramını adalet kavramı temelinde değerlendirebileceğimiz bir yaşamımız olsun.
İyi gelenleriniz çok olsun…
Uzm.Psk. Talip SAMİ | 21.10.2024