Dicle ATILMIŞ

Dicle ATILMIŞ

Dicle Atılmış

TANZİM SATIŞ, TANZİM UMUTLAR

Geçmişte erişilemeyen gıdayı, sağlığı, eğitimi konuşurken dinlediğim büyüklerim: “Yine de iyiydik yine de hesap çıkar yoktu, gerçek ve derin yalnızlık yoktu” deyip, teselli cümlelerini sarf ediyorken, yaşıtlarımın “Yine de” diye başlayan teselli cümleleri kuramadığı günleri derin düşüncelere dalarak izliyorum.

 

Son günlerde en çok duyduğumuz kelimelerden biri tanzim, peki ne demek tanzim?

TDK’ya göre yoluna giren ya da sıralanan şey anlamına geliyormuş. 

Sizce gençliğin açılan yaralarını tanzim edebilir miyiz? Yoluna giren bir şeyimiz yok ama sıralanan dertlerimiz çok.

İş ve sınavlarda fırsat eşitsizliğimiz,

Sağlıkta, beslenememeye bağlı gelişen kanserler, psikolojik rahatsızlıklar…

Kokan gıdalar veya lüks marketlerde özenle sarılmış yiyecekler; pazar ve  sosyete marketleri arasında dokunamayan mekikler…

Bilginin internet paketi satın alabilmek kadar yakında durduğu bu denli şanslı bir nesilde yaşanan derin yalnızlıklar…

İnternet paketi almak için harcanan emekler.

 

Tamamen tükenmiş işsizlerimizin yüzüne bile bakamıyorum. 

 

Koca koca şirketlerin, zincirlerin sömürüsünde kalifiye eleman olmuş arkadaşlarımızın kaygılarını, bir adım geridekilerin aynı hiçlikle nasıl her sabaha bitkin uyandıklarını duyumsuyorum. 

 

Orta direklerin alıştığı hayatı sürdürmek için maaile işe girişmelerini görüyorum.

Hadi hepsini boş verelim hayallerinde bile satın alamayacakları evleri almak için çalışan memurlarımızı konuşalım. Yoksa memurların sadece “Yine de iyiydik” diyecekleri telefon modelleri mi var? 

Satın alma hastalığı tuzağında cebelleşmelerini yok sayalım ve manasızca talep ettikleri telefonlarına da sokaktaki amcalar gibi ‘’gözlerine dursun’’ diyelim değil mi?

 

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, 

özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. 

Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. 

Herkes gibi yaşasaydım eğer, 

yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi 

avutmaya beni. 

Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; 

televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, 

kendimi göstermeye, var olmaya, 

'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... 

 

Şükrü Erbaş’ın bu dizelerinde bahsettiği duygular; bir uzay yılı kadar uzaklaştı bizden. Ne avutmaya yeter bir gömleğimiz ne de büyük umutları düşlemeye uzak tutacak dağlarımız, köylerimiz var. Sadece TikTok’tan medet umarken kendini uyuşturan gençlerden, kara kuyulara düşmüş, geleceğini hayal edemeyen bir nevi sosyal medya kahvehanelerinin köşelerinde gün geçirenlerden olduk.