Halk ozanı Aşık Mahzuni Şerif, vefatının 22. yılında anılıyor. Dünya genelinde halk ozanları arasında en büyük üç isimden biri olarak kabul edilen ve halk müziğine derin izler bırakan Mahzuni Şerif’in hayatı ve eserleri, sevenleri tarafından özlemle anılmaya devam ediyor.İşte bu coğrafyanın yetiştirdiği en büyük halk ozanlarından biri olan Aşık Mahzuni Şerif'in hikayesi.
Aşık Mahzuni Şerif’in, 17 Kasım 1939’da Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde doğduğu ve müziğe olan ilgisini küçük yaşlarda amcası Aşık Fezali’den öğrendiği belirtiliyor. İlk plağını 1964 yılında çıkaran Mahzuni Şerif, “Dom Dom Kurşunu”, “Yedin Beni”, “Yuh Yuh”, “Fadimem”, “Gül Yüzlüm”, “Ciğerparem”, “Merdo”, “Dostum Dostum”, “Han Sarhoş Hancı Sarhoş”, “Çeşmi Siyahım”, “Yalan Dünya”, “Ağlasam mı?”, “Abur Cubur Adam”, “Katil Amerika” ve “Ekmek Kölesi” gibi unutulmaz eserlerle hafızalarda yer etti.
Aşık mahzuni şerif büyük bir ozan, büyük bir sanatçı. Mahzuni’nin ozanlığa başlangıcında Cem törenlerinin etkisi olmuştur, ancak etkinin tümü bu değildir. Kendi deyimiyle Türkiye’nin çarkını elinde tutan haksız iktidarlar, alabildiğine mahrum ve acz içinde yaşayan Türkiye halkının feryadı, kendisini bu direnişe iten baş faktördür. Cem törenleri onu ahlak, sevgi ve muhabbet kavramları üzerinde bilemiştir.
50’li yıllarda askerlik tahsilini seçmiştir. Zira o yıllarda sivil tahsil ancak köy ağalarının, yüksek bürokrasinin, üniformalı zevatın çocuklarına mahsustur. Fakir Anadolu çocuklarının kısmetine düşen yatılı askeri okullardır. Bir de askerliğin şekilci cafcatası, köy çocuklarını etkisi altına almaktadır. İşte Mahzuni de bu yıllardan hemen birkaç yıl sonra Hasan Hüseyin, Ahmet Arif, Mehmet Kemal, Fikret Otyam, Yaşar Kemal ve Can Yücel gibi kişilerle tanışır. Özellikle Ahmet Arif ve Hasan Hüseyin’den büyük feyz alır. Bu iki önemli demokrat ozan, kendisinin alevi ve bektaşilik yönündeki şoven kalıplarını kırmış, çağdaş ve toplumcu bir anlayış misyonuna yöneltmekte çok çaba sarf etmişlerdi.
Aşık Veysel’le 1962 yılında Cebeci’de bir açıkhava sinemasında verilen konser sırasında tanışır. Bu konserde Aşık davut Sulari, Aşık Daimi, Ali Ekber Çiçek, Nurettin Dadaloğlu, Nezahat Bayram ve Neşet Ertaş gibi sanatçılar vardır. Elinde ne doğru dürüst bir saz ne de ayağında sahneye uyacak bir ayakkabı vardır. İşte bu amansız şartlar içinde Rıza Aslandoğan’ın sazıyla sahneye çıkar. Bu onun halka açılan ilk sahnesidir. Kendisini beş kere üst üste sahneye çağırırlar. Sahnenin arkasında onu dinleyen Aşık Veysel, o günden sonra Mahzuni ile yaklaşık sekiz sene Anadolu yollarında dolaşır. Yüzlerce anıyı birlikte yaşarlar. Sözünü ettiğimiz yıllar, Mahzuni’nin askerden atılıp işsiz güçsüz, per perişan, üstelik bu kadar genç yaşta çoluk çocuğa karışmış evli barklı bir adam olmanın dezavantajını taşıdığı yıllardır.
Hayatına etki eden bir diğer kişi Fikret Otyam’dır. Fikret Otyam, Mahzuni Ankara’ya sivil olarak geldiği ilk sene kendisini bağrına basmış ve onda umutlar sezinlemiştir. Onun yanına Mahzuni gibi afşinli olup mezhebinden vazgeçen, o yılların genç ozanı Osman Dağlı’yla gelir. Otyam her ikisinin de manevi babası olmuştur.
60’lı yıllar kendi deyimiyle ‘alevicilik’ yaptığı en katı yıllardır. Ancak M. Ali Aybar tarafından 1963 yılında TİP’in Çankaya gençlik koluna davet edilmesiyle zümrecilik ve mezhepçilik anlayışı tamamen değişmiştir. Aşık İhsani’yle birlikte başka bir kavganın saflarında yer almaya başlamıştır. Derken sistemin gözüne batar. Nesimi Çimen, Kul Hasan, H. Çırakman gibi dava arkadaşlarıyla birlikte yargılanmaları başlar.
1964’te yayınlanan ilk plağıyla Türkiye’nin gündemine gelir. Bu plakla başlayan şöhret giderek artar. Birbiri ardına eklenen plaklarında önceleri alevi toplumunun ezilmişliğini dile getirir. Daha sonra da ezilenlerin yalnız aleviler olmadıklarını görerek sınıfsal ve toplumsal özlü eserler vermeye başlar.
1970’lerde tek başına spor salonu dolduracak dinleyicisi vardır. O yıllarda, Türkiye’de hızla giden dengesiz ve çarpık yapı, yüksek öğrenim gençliğine yansımıştır. OSTÜ, SBF gibi yüksek öğrenim kurumları ülkeye çöreklenen Emperyalist ve Faşist güçlere kafa tutar hale gelmiştir. Demokratik kitle örgütleri, köy ve belde kuruluşları Türkiye’deki iç bozukluğu hazmedemez olmuştur. Milliyetçiler, kökten dinciler ve demokratlar birbirini yer hale düşmüştür. İşte bu acılar arasında Mahzuni elinde sazıyla aydın ve demokrat kesimin yanında olmuştur. Böyle olunca da on binlerce insan kendisini dinlemek için konser salonlarını doldurur. Bu kadar çok sayıda insanın bir arada bulunması sadece kendi marifeti değil, büyük bir halkın zulüm ve aksaklık dolu bir düzene tepkisidir.
O yıllarda Cem Karaca, Edip Akbayram ve Selda Bağcan kendisiyle çok sıkı arkadaştırlar. Cem Karaca Turgut Özal tarafından Türkiye’ye getirildiğinde Mahzuni ile arası bozulur. Daha doğrusu Mahzuni kendisine kırılır, aramaz. Aramaz çünkü Mahzuni Münih’e kadar yanına gitmiştir, ülkeye dönmesi için çok yalvarmıştır, hatta Toto Karaca ile birlikte ağlamıştır. Ama Cem Karaca’yı ikna etmeleri mümkün olmamıştır. Ne var ki ne Mahzuni ne de öz annesi Toto Karaca, Cem Karaca’nın gözünde kendisine torpil yapan Turgut Özal kadar yakın olamamıştır.
Mahzuni’nin şiirsel özelliğinde Pir Sultan Abdal yatar. En büyük ilham kaynağı Pir Sultan’dır. Kendi çağından sazını ve sesini benzetmek istediği tek ozan ise Aşık Davud Sulari’dir. Hep ondan esin almıştır. Gerek Aşık Veysel gerekse Davud Sulari, Mahzunilik binasının iki büyük temel duvarıdır. Her ikisi de sağlığında Mahzuni’yi "devrin pir sultan’ı” olarak tanımlamıştır.
Mahzuni’nin yeri her zaman farklı oldu. Çünkü o derinliği, acıyı, mutluluğu, haksızlığı, ezikliği ve aşkı çok özden, yalın bir şekilde, ona duygu yükleyerek yediden yetmişe herkese dinletebilen bir sanatçıydı. Sözüne ve sazına incelikli bir biçimde aşkla yaklaşıyordu. Evrenseldi, faşist değildi; Bağlaması hiçbir zaman silah, sözleri hiçbir zaman kurşun olmadı. İnsanları çok iyi tanıdığı gibi, ayrım yapmadan çok da iyi tanımlıyordu. Transparan bir gönlü vardı ve onu dinleyen o olabiliyordu. Her şeyden önce Aşık Mahzuni’nin vizyonu genişti. Bundan dolayı hayatı boyunca genç, taze kalabildi. 60’larda farklı bir jenerasyonun gönlünde taht kurmuş, 70’lerde ve 80’lerde yine genç kalmış, Türk Rock ve Pop grupları ondan feyz almış, onlarca parçası cover’lanmış bir sanatçıdan söz ediyoruz. 90’lardan bugüne görüyoruz ki, Mahzuni parçaları, artık her tarzdan müzik içinde barınabiliyor ve yeni söylenmiş gibi yorumlanabiliyor. Hayatı boyunca çok acı çekmiş bir insandı. Tüm bu acılara karşın, bu enginliğin altında çok güçlü ve erdemli bir kişilik yatıyordu. İşte mahzuni babanın gönüllerde taht kurmasının sebebi buydu.